Belleğimi bulabilirsem yazdığım kitabı tamamlayacağım diye hayıflanan Proust, artık tüm ümidini kesmiş iken belleğini bulur! Demli bir çaya batırılan bisküvinin kokusu birden tüm belleğini canlı hale getirir! Yani çaya batırılmış bir bisküvi ile iradesizce belleği çalışmıştır.
Şimdi bu anektod bir köşede dursun. Ben başka bir şeyden bahsetmek istiyorum.
Baharın başlarında, bana ne getirmiş, bavulundan ne çıkacak diye bakarken, bir eski oyuncak ile karşılaştı gözlerim. Sağ tarafına monte edilmiş bir kol vardı ve onu çevirince ruhunun içine nüfuz eden bir ezgi ile oyuncağın üzerindeki minik balerin gülümseyerek dans etmeye başlıyordu. Sanki bir tam günümü, onu çevirip, o tatlı balerinin her bir adımını takip ederken son buldurabilirdim. O gün bitince de yaptığım şeyin ne kadar anlamlı, kalbim için ne kadar toksinlerden arındırıcı bir etki yarattığını da canlı canlı gözlerdim. Elime geçmiş hiçbir mesai bende bu etkiyi yaratamazdı. Bu belleğime resmen reset attıran oyuncağı bulduktan sonra, baharın gelişindeki manayı yeniden çok sevdim. Öyle farklı ayrıntılar getirdi ki bana her bir bahar!…
Oyuncağımı montumun cebine, yarısı gözükecek şekilde yerleştirdim ve ‘bahar bavulu’na gözlerimi yeniden diktim. Bu nefis hediyeden sonra başka hiçbir şey isteyemeyeceğimi düşünürken, nefsim beni yeniden ve farklı ne var diye bavulun içine göz atmaya sevk etti. Şaşırdım! Kendi açlığıma gözlerimi diktim. Acıkmak, ne kadar aç kaldığın ile ilgili değil de; ne kadar doymadığın ile ilgili idi. Tam bu açlığı dikkatimden çekmek isterken, bir tane asker şapkasına düştü gözlerim. Eski, yeşil, yıpranmış ve tozlu bir koku ile ellerime geldi. Saç derisinin ıslak teri, şapkanın içinde bir halka gibi belirgindi. Böyle eski-püskü ve kullanılmış bir asker şapkasının tarafıma baharı getiren bir müjde olarak sunulmasının anlamını düşünürken, beynimin içinde şimşekler çaktı. Bir asteğmen düştü kalbime, bahar gibi!… “Unutmaya çalıştıklarınız, cennetinizdir!” dedi ya Proust. Anladım! Bu yeni hediye ile de geçirebileceğim koca bir günün varlığını hayal ettim. Ve geçti bir gün daha!…
Oyuncak ve şapkam ile baharı karşılamaya hazır iken; avuçlarıma bir çocuk kovası, küreği ve tırmığı düştü. Bunlar öyle küçüktü ki fazla dokunup zarar göreceklerinden endişe ettim. Zihnimde imarı tamamlanmış, iskanı alınmış bir sürü kumdan kale canlandı. Onları minik eller eşliğinde tasarlamak ve geleceğim için ‘umut’ etmek isteği ile doldu yüreğim. Bellek dediğimiz şey, acı dolu zamanların yasını da ; umut dolu geleceğin varlığını da bir bir gözlerimin önüne düşürdü. Ardı ardına düşen cemrelere kalbimi açtığım için kendime teşekkür ettim.
Ve çay ile ıslanmış bir bisküvinin insanın belleğine neler neler getirebileceği gerçeğini fark etmiş büyük yazara şükran duydum. Onun bu cümlesi ile bile, ıslanmış bisküvilerden bir sürü zamanımda, kimlerin yanında kaç tane yediğimi düşündüm ve belleğimin kazandığı ivmenin sayısı öyle çoğaldı ki, sayamadım!…
Cemile
“İmarı tamamlanmış, iskanı alınmış kumdan kaleler” nasıl güzel tanımlıyor, hepimizin belleğindeki en güzel köşklerin konukları anılarımızı, yeter ki birileri fitili ateşlesin, O ateşin en etkileyici mimarlarından biri Duygu Can emeğinize yüreğinize sağlık, sevgiyle dostça ve hoşça kalın
Duygu Can
Bazı cümleleri o kadar hissediyorum ki, hele sizin bakış açınızdan çok sevileceğini biliyorum…;) çok teşekkür ederim yüce iltifatınız beni çok mutlu etti. İyi ki yorumladınız:) sevgi ve saygı ile çok teşekkür ederim…