Sidonie-Gabrielle Colette‘in ilginç hayatına ve eserlerine ‘zorla’ feminize edilmiş anlayışı hakim olmuş. Bazı insanlar ile yanlış zamanlarda doğmamız ve hiç tanıyamama şansızlığımızın olması ne sinir bozucu. Zaman ilerledikçe birikim ve donanım açısından insanların daha da ‘iyi’ olacağı görüşüne sahip, insanların teknolojik ilerlemeye paralel olarak zamanla ilerleyeceği düşüncesine inanan birileri varsa tüm bildiklerini unutsun!… Evet gelişen teknolojik faydalar mevcut ama neredeyse ‘insan’ olmakta bile geriye gittiğimiz çıplak bir gerçek!…
1900’lü yılların Paris’inde de erkek zorbalığı belirgin hatlarıyla Colette’nin üzerinde kendini göstermiş. Başarısız bir yazarla evlenen Colette’ye kocasının onu bir odaya kilitleyip zorla kitap yazdırması ne ilginç! Bir iyi tarafı var o zamanki zorbalık bir kadının yaratmasına neden olmuş ve ün salan kitapları tarihe eklemiş. Colette’nin hayatı ise skandal, marjinal ama kimine göre dahi bir seviyede sürüp gitmiş…
Kadın yazarların hayatı hakkında bilgiler edinmeye çalıştığınızda, size verilen bilgiler cinsel kimliği ile birebir örtüşür. Kimlerle birlikte olduğu detayına kadar anlatılır. Oysa bir yazar hakkında bilgi sahibi olman gereken şeylerin ana fikri, onun cinsel tercihi, bakış açısı değildir. Bunlardan bahsedilebilir ancak bunlar birleştirilip bir yargı oluşacak kıvamda, ‘bilgi’ adı altında sunulmamalıdır. Artık kadına yönelik şiddet, nefret ve pisliğin her türlüsüne tanık olduğumuz için bu konulara at g.tünde kene diyebiliriz!…
İşte bu feminist/lezbiyen kimliği ile daha çok tanınan Colette’nin bir cümlesi bile yetti beni ışıkta bırakmaya. “Kendini anlat, yoksa unutabilirsin!” Colette
Önce ‘unutulabilirsin’ diye okudum, çünkü aklım bu şekilde olunca mantıklı görüyordu. Oysa Colette, bir adım daha ilerimde duruyordu. Bırakın unutulmayı, unutabilirdik! Kendimize, kendimizi belirli aralıklarla hatırlatmamız, kendimizi anlatmamız gerekiyordu! Yaşadığım ya da gözlemlediğim pek çok olaya da kolayca monte edilebiliyordu bu cümle. Kaç kere anlatmadığım olay, durum ve kişi yüzünden silinmiştim. Kaç kez kendi kalbimi ifade etmenin yolunun gözlerimden geçtiğini düşünüp, yanlışa batmıştım. Kaç kere gereksiz ve haksız yere itham edilmiş, kaç kez başka birinin gözünden, başkalarına anlatılmıştım. !…
Oysa en iyi kendin anlatırsın kendini. Ne istediğini, ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlatmanın en doğru yolu senin sözcüklerin. Kimseden korkmadan, kimsenin seni konuşmadan da anlayabileceğini düşünmeden kelimelerine hedefler bulmalısın. Öyle oturduğun yerden anlaşılmayı, sevilmeyi, haklı görülmeyi bekleme. Sen konuşmadığın sürece, herkesin kafasında başkalarının düşündükleri var. Sen kendini anlatmadıkça, kendi dimağından bile çıkma ihtimalin var. İşte bu feci farkındalıklar hayattan bir katre daha soğuttu beni!…
What do you think?
It is nice to know your opinion. Leave a comment.